İsmail KAHRAMAN

7 Aralık 1940 tarihinde Rize‘de doğdu. İsmail KAHRAMAN İlk ve ortaokulu Karabük’te bitirdi. Karabük’te başlayan lise tahsilinin son sınıfını İstanbul Haydarpaşa Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyetinin Başkanlığını yaptı. Türkiye’deki yüksek öğrenim gençliğinin temsilcisi Millî Türk Talebe Birliğinin (MTTB) 48. Dönem Genel Başkanı oldu. Mezuniyetinin ardından İstanbul Barosuna kaydoldu. Çeşitli sanayi ve ticaret şirketlerinde İcra Kurulu ve İdare Meclisi Başkanlıklarında bulundu. 1974 yılında Çalışma Bakanlığında Bakan Müşaviri olarak görev yaptı.

29 Mayıs 1985’te kurulan Birlik Vakfının Kurucular Kurulu ve Mütevelli Heyeti Başkanı oldu. 22 Aralık 1994’te Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı Kurucu Üyesi ve ilk Mütevelli Heyeti Başkanı oldu. İlim Yayma Vakfı kurucularından olup Mütevelli Heyetinde yer aldı. İstanbul Ticaret Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyeliği, İlim Yayma Cemiyetinin ve İş Dünyası Vakfının Yüksek İstişare Kurulu Üyelikleri, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Geliştirme Vakfı Kurucular Kurulu Başkanlığı ve Mütevelli Heyeti Başkanlığı, HİKEV Mütevelliliği görevlerini üstlendi.

Millî Nizam Partisi ve Millî Selamet Partisinin kuruluşunda yer aldı. 1977 Genel Seçimlerinde Rize’den milletvekili adayı oldu. 1995 Genel Seçimlerinde (20. Dönem) Refah Partisinden İstanbul Milletvekili oldu. 1999 Genel Seçimlerinde de (21. Dönem) Fazilet Partisinden İstanbul Milletvekili seçildi. Bu dönemlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa Komisyonu ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Üyeliklerinde bulundu. 20. Dönemde Refah Partisinin ve 21. Dönemde Fazilet Partisinin TBMM Grup Başkanvekilliğini yaptı. 54. Hükûmette Kültür Bakanı olarak görev yaptı. Adalet ve Kalkınma Partisinin kuruluş çalışmalarında yer aldı. AK PARTİ Merkez Disiplin Kurulu Başkanlığını üstlendi. 1 Kasım 2015 Genel Seçimlerinde (26. Dönem) AK PARTİ İstanbul Milletvekili oldu. 22 Kasım 2015’te 26. Dönem birinci devresi için Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına seçildi. 20 Kasım 2017’de ikinci devre için yapılan seçimde tekraren Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına seçildi.

Kahraman, 2009 yılında 40. yılını kutlayan Türkiye Millî Kültür Vakfı (TMKV) tarafından “40 Vakıf İnsana Vefa” Programı kapsamında verilen “Vakıf İnsan” ödülüne sahiptir. Kendisine; Yalova Üniversitesi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi tarafından Fahrî Doktora unvanı verildi. İngilizce bilen İsmail Kahraman, evli ve dört çocuk babasıdır.

Rize Araştırmaları Vakfı tarafından yapılan söyleşiden bir bölüm

Hazırlayan: Ömer Erdoğan

Biz Rize İkizdere’nin Tulumpınar köyündeniz. Rahmetli babam 1942 yılında Karabük’e gidiyor. Zonguldak’a kadar vapurla, oradan da Karabük’e trenle. Giderken Samsuna, Giresun’a, Sinop’a ne kadar yerleşim yeri varsa uğruyor çünkü o zaman kara yolu yok. O günün şartlarında babam nüfusumuzu Karabük’e aldırdı. 44’te de bizi Karabük’e getirdi. Babam köyümüzden çok insanı getirdi. Her kabileden, aşağı mahalleden yukarı mahalleden… İstedi ki şehre gelsinler. Fakat o zamanlar gurbete çıkan bir miktar para kazandıktan sonra evine geri dönüyordu. Tuz parası, şeker parası, gaz yağı parası…

30 Ağustos 1958’de İstanbul’a nakl-i mekân ettik. Babam Karabük’te Süleyman Aydın’dan bir arazi almıştı. Çok iyi bir hukukumuz oldu Süleyman Amca’yla. Süleyman Amca’nın babası evini Kadıköy Hasanpaşa’dan alınca biz de oradan aldık. “Ev alma komşu al” derler ya. Babama birçok insan kimi Sarıyer’den kimi Fatih’den “gel burada ev al” dedi. Gün olur evine gitmek zorunda kalırsın, araya bu su girer dedi. O zaman bu Boğaz Köprüsü yok. Süleyman Amca’dan dolayı Hasanpaşa’ya yerleştik. Süleyman Amca’nın yerini babam aldı Karabük’te. Kahramanlar Mahallesi denirdi. Süleyman Amca çok ilgilenirdi bahçeyle, daha sonra babam ilgilendi. Dut ağacı vardı. Karabük’ten geldikten sonra gittim baktım, “bahçe ne olmuş” diye… Nerede o üzümler, elmalar, meyveler nerede? Bakıma bağlı. Babam hep ileriye, hep daha öteye bakardı. 1953’te Armutlu’ya kaplıcalara gittik. Derler ya Armutlu’nun şifası Yalova’nın sefası. Babam Ilıca’yı da çok sevdi, bana “Bursa’ya yerleşeceğim” dedi, daha sonra karar değiştirdi: “İstanbul varken Bursa’ya yerleşilir mi?“
Bursa güzeldir ama İstanbul daha da iyidir, hani var ya “Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet, Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet. O mânayı bul da bul illa İstanbul’da bul”. Süleyman Amca’nın orda evimiz olsun, altında dükkan da olsun. Bakkaliye, şimdiki marketler gibi her şey var. Bize o var mı şu var mı dedikleri zaman biz de her şey var diyorduk. Bir kadın geldi: Mekik var mı? Ne olduğunu bilmiyorum, “gelecek yarın” dedim. Gittim Tahtakale’de sorup soruşturup buldum. Bir daha ne o kadın geldi ne mekik soran oldu.
Bir keresinde bir kadın geldi “Güneş Çamaşır Suyu var mı?” diye sordu. Bütün meşhur markalar var, o yok; bir kadın daha geldi, “Güneş Çamaşır Tozu var mı?”, başka birisi, “Güneş Tuz Ruhu var mı?” diye sordu. Akşama doğru bir araba geldi, Güneş malzemeleri satan, meğer hepsi tertipmiş. O “Güneş”ler, dükkânı devrederken bile hâlâ duruyorlardı. Hayat işte tecrübe…
Babam Karabük’te inşaatçı idi, illa burada da inşaat yapacak. Bizim İkizdereliler “yapma dükkânın var” dediler. Öyle diyeceğine, “gel beraber olalım” desene, babam öyle değildir, yapar, eder, kurardı. Şurada kız kardeşlerine, şurada yeğenine, şurada Dilaver Hoca’ya. Mehmet Osman Dilaver, Osmanlı alimi. Şöyle güzel bir sakal, babamdan 15–20 yaş büyüktü. “Bana noterden onaylı bir vekâletname gönder” dedi. Dilaver Amca da gitti noterden gönderdi. Aldı ona şuradaki yeri, 18 mi 20 liraya mı ne. Sonra “Al tapunu, borcun da 18 bin liradır. Çok iyi bir yerdir, bana komşu olacaksın” dedi. Aradan zaman geçti, Dilaver Hoca dedi ki “oğlum yaşlıyım, bir hanım var, müsaade et de ben orayı satayım”. Ya 10 misline ya 20 misline sattı.
Şu karşıya geldi 1968’de, dedi ki burada cami yok, cami yapılacak. Doktor Hasan Bey’in hissedarı olduğu bir arsa var, diğer hissedar da Ankara’da. Ankara’daki bir kadın. Kocası da rakı fabrikasının müdürü. “Beyefendi biraz sevap kazanmak istemez misin?” gibi bir şeyler dedi ona. Kadın caminin isminin “Tatar Ağası” konması şartıyla kabul etti. 1968’de gelmişiz Kasımpaşa’dan. Dedi ki bu sene burada Teravih namazı kılınacak. Ramazan da kışa denk geliyordu, gerçekten de kılındı. Projesini, Anıtlar Derneği Başkanı’ndan aldı. Caminin yapımına ön ayak oldu yani. Bir gün oradaki bekçi geldi, “biri Hacı Baba’yla görüşmek istiyor” dedi, getirdi eve adamı. Nuh Çimento’nun sahiplerinden. “Bu caminin bütün çimentosunu ben vereceğim, bunu bir sen, bir ben, bir de Allah bilecek, söz veriyor musun?” dedi. Evin bir katını da Kur’an kursuna ayırdılar. Üst katını da hafızlara ayırdı, en üst kattan gelen gelir de hafızların giderlerini karşılayacak. “Aleyhte bozarsanız, ahirette hakkımı alırım. Bir vakıf kurayım” dedim. Kurdum: Hacı İsmail Kahraman Eğitim Vakfı. Babam bir zemine 2 lira vermişti ya, ben ona 1 lira daha ekledim, vakıf kuruldu.
Babamın vasiyeti şu şekildeydi: “Burada kadınlara Kur’an-ı Kerim öğretilecek, asla tefsir ve başka bir ders yapılmayacak, asla bir cemaate üyelik sözkonusu edilmeyecek”. İlk hocası, Servet Saraç’tır. Bahattin Saraç’ın eşi, Emin Saraç’ın kardeşi. Servet Hoca, o sırada Fazilet Kuran Kursu’nda hocalık yapıyordu. Bizim burada Kuran Kursu hocalığına başladı.
Bir hakime kadın varmış, Kur’an okumayı öğrenince eşiği öpmüş, bana bu günleri nasip ettin diye. Dine ve dindarlara karşı çok yakınlığı vardı. Yalpa vuranlara da hiç müsemması yoktu. Erbakan Hoca’yı çok sever, siyaseti bilir, ileri görüşlüdür.
Annem eş değildi, babamın hanımıydı. Şimdi eş diyorlar, nereden eşin oluyor. Çorabın eşi olur, ayakkabının eşi olur,  terliğin eşi olur, insanın eşi olur mu? Biri kadındır, biri erkektir. Hakkın yenilmemesi ayrı keyfiyet, hanım denmesi ayrı keyfiyet.
Üniversiteye girişte ilk tercih olarak Tıp ikinci sıraya ise Türkoloji bölümlerini yazdım. Yüksek Denizcilik ve Ticaret’le toplam dört yere müracaat ettim. Türkolojiyi kazandım, Hukuk Fakültesi’nde yedeklerdeydim, arkadaşlarım da oradaydı. Sınavdan 2 pekiyi, 2 iyi, 1 zayıf aldım, bana “deli misin, niye gelmiyorsun Hukuk Fakültesi’ne” dediler, ben de kaldım orada. Arkadaşlarımdan biri Nevzat Kösoğlu’dur; Karabük Lisesi’nden; hem de aynı yerde kaldık. Benim liseye girmeme vesile olan da Nevzat’tı; ismimi 13 kişilik listeye koyan. Lise yapılıyor, herkes listeye girmek istiyor.
Biz hür hukukçular gurubuyuz okulda, yeni çığ var, reform grubu var. Sonra ben cemiyet başkanı oldum. Benim talebe cemiyetine adım atmamın vesilesi Nevzat Kösoğlu’dur. Nevzat, Türkeş’ten ilk ayrılanlardandır. Nevzat, Nuri, Şerafettin Songucu bunlar Türkeş’ten kopmuş olan isimlerdir. Nevzat çok dürüst bir arkadaştır çok eser kazandırmıştır. O da İkizdere’dendir. Babası Erzurum İspir’de dava vekilliği yapmıştır. Babasını Erzurumlular kendilerinden zannederler. Oysa bizim İkizdere’dendir. Şu andaki İkizdere Belediye Başkanı da Nevzat’ın akrabasıdır.
Nevzat Talebe Birliği Genel Başkanlığı’na aday. Yüksel Çengel de aday. İzmir’de kongre açılıyor, Nevzat’ın kulisini Rasim idare ediyor. Rasim’e diyorlar ki, “Nevzat sert bir adam, sen aday ol, seni destekleyelim”. Rasim, Nevzat’ın yerine aday oluyor. Nevzat, “bana kongre için para lazım” dedi. Ben Mahmutpaşa esnafından 2.100 lira topladım. 1965’de iyi para. Nevzat seçilecek diye hukuk delegesi oldum. Cemiyet seçimine sıra gelince Nevzat beni aday gösteriyor. Düzgün Halk Partililerle koalisyon yapıyoruz, başkan kim olacak dediğinde Aykut Edibali diyor. Aykut Edibali gelmiyor, o gelmeyince en yaşlı üye Halil Milli, geçici başkan oluyor. Sonra seçime gidiliyor.

Beni çok faal görünce, “seni başkan yapalım” dediler. Herkes bana aday ol diyor. Meğer ben de onlara aday ol diyeyim diye öyle diyorlarmış. Ben de başkanlığı kazandım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyet Başkanı’ydım artık. Tahsin Banguoğlu; “böyle bir partide durmam”, dedi, CHP’den istifa etti. İsmet Paşacıydı o. Hemen aradım telefonla, santral bağlıyor, Ankara’da buldum onu. “Milli Talebe Birliği’nde bir konferans verir misiniz?” diye sordum. Sarıyer’de Çınaraltı’nda anlaştık. Hiç beklemediğim biri çıktı, ne olursan ol ağacın altına oturacaksın. Hiçliği bulmak, dibi görmeden tepeyi bulmak olmaz, meşhur hikâyede var ya. Bizim Milli Gençlik dergisinde onu yayınladık. Müthiş faaliyetlerimiz oldu. Türkiye’yi sürükledik, çok büyük bir güç olduk. 246 yerde Milli Türk Talebe Birliği’nin teşkilatı vardı. Düğmeye bas, Türkiye ayağa kalkacak. Çok güçlü bir faaliyetimiz oldu. Huzur ve asayiş komitemiz var, ülkede olan her şey var. Eğitim komisyonu, sinema komisyonu. Sinema müdürü Abdullah Gül, kültür müdürü Tayyip Erdoğan.  Sezai Karakoç’un bir tane yazısı vardı Bugün gazetesinde. Yarabbi bu bir ırmak mıydı, bu bir destan mıydı neydi?  Bütün millet ayağa kalkmıştı. Müthiş bir makaleydi o. Geldiğimde olmayan şeyleri yaptık. Bütün sorumlu arkadaşlar benim valiye çıkışımı görünce, biz devletin karşısında konuşabilecek konuma geldik. Ne komünizm ne kapitalizm, bizim yolumuz İslam’dır dedim, 163. maddeye rağmen. İttihat gazetemizde manşetti bu sözüm. Bir sosyal ilimler enstitüsü kurdum. 6 ay sürdü. 96 tane ilim adamı burada ders vermekteydi. Onların arasında Necip Fazıl, Sezai Karakoç da vardı. Şimdi televizyon da her şeyi görebiliyorsunuz. Kültür emperyalizminin  karşısında Türk Kültürü.
Bir gün Necip Fazıl çağırıyor dediler, gittim. Bana evindeki telefon rehberini gösterdi; koyu kahverengi, aralarında kartonlar. En baştan baba dostları, ilk sırada ben İsmail Kahramanoğlu. Bana “yanımdaki yerini görüyor musun?” dedi. Çok sevinmiştim.
Nurettin Topçu zamanında Milliyetçiler Kurultayı toplanıyor. Bildiri yayınlamak için 5 kişi görevlendiriyor. Nurettin Topçu, bir paltosu var kahverengi.  Gelip soruyor, masonluktan bahsediyor musunuz, koyacak mısınız? diye. Kimse de çıt yok. İbrahim Kafesoğlu yaşlı olduğu için: “Şu andaki Türkiye’nin durumu onu koydurmaz” diye cevap veriyor.
Bu enstitülerde her cumartesi günü açık oturumlar olurdu. Müthiş bir alaka. Bir defasında ilk oturumları yapıyoruz. Saat 14.00’te başlayacak, bir tane adam yok. Kimse gelmediği için Vahap, “toplantıyı tehir edelim” dedi, ben de “Vahap, tehir falan yok” dedim. Kültür müdürlüğü, eğitim müdürlüğü hademe hepimiz oraya dolacağız, bu toplantı olacak dedim. 2’ye 5 kala geldi 2 kişi. Saat 2 oldu Vahap geldi: “Allah razı olsun, salon doldu ben paniğe kapılmışım” dedi. Vahap bu hadiseyi yeri geldikçe hâlâ anlatır.

Yedek subaylığımı Elazığ’da yaptım, ilk başta üzülmüştüm ama sonra düşündüm, müstakil bir mutfak sahibi olacağız ya. Babam Elazığ’a geldi, bana bakmaya, o zamanlar da ordu evi dışında ev tutmak, hanımını yanına almak uygun değil, demek ki birileri girmiş yanına. İlk aldığım yedek subaylık maaşını babama gönderdim. Babam bana bir mektup yazdı, bütün satırlar i harfiyle başlıyordu. Asla düşük bir cümle yok, öyle rastlatıyor. Ben de ona bir mektup yazdım. “Sevgili Hacı Babacığım hürmetle ellerinden öper, duanı dilerim”. İlk satır s ile ikinci satır e ile üçüncü satır v ile, öyle devam ediyor. İlk satırda yazdığım hitabı baştan aşağıya yazdım. Babam bana mektup yazmış, Almanların yaptığını yaptın bana he, diye. Böyle bir hukukumuz vardı ve çok korkardım babamdan. Babamdan korkumdan sigara içemezdim.
Bu şerefin sahibi Tibet Yıldız; bir gün Rize’den gelirken cebime bir şey koydu, baktım, bir karton Yenice sigarası, bir de kibrit, bekledim akşam karanlık olsun. Karadeniz’in ortasındayım, babam Kadıköy Hasanpaşa’da. Koydum ağzıma sigarayı yakamıyorum, meğer çekmem gerekiyormuş. Ters çevirdim, olmuyor, sigara ıslandı, kibrit neredeyse bitecek. Girdim içeriye, bizim Rize’den üniversiteye giden var, meselâ Tufan Biber var, Ahmet Ketenci var, Sami Kumbasar var. “Yahu bu sigara nasıl yanıyor” dedim. Tufan aldı yaktı sigarayı, “sen ne anlarsın” dedi, “iyi ki de anlamadım” sigara içmekten. Evin havası buna müsait değildi. Bir damla içki dahi geçmedi çok şükür boğazımdan. Sigarayı da iyi ki yakamadım, yaksaydım kim bilir ne olacaktık?
Annemle beraber yaşadık köyde, babam gurbette ağabeyimle. Annem Keleşoğullarındandı. Babamın annesi de Keleşoğullarından, babası Karamanoğullarındandı. Annem çok kavi bir kadındı. Ömrü boyunca bir kere yalan söylememiştir. Beddua etmemiştir, bir kere tokat atmamıştır. İmanlı, itaatkâr, evine hakim. Yengem de öyleydi. 2 buçuk senede 4 cenazem oldu. 24 Mart 1980’de yengem, 19 Mayıs 1980’de annem, 12 Eylül 1981’de babam, 20 Eylül 1982’de ağabeyim vefat etti. O zamana kadar cenazeye katılıyorum, kabre gitmiyordum, baş sağlığı dilerdim, kim görecek beni derdim. Cenazeye katılımın ne kadar elzem bir şey olduğunu işte o zaman anladım. O günden sonra bu konuda çok hassaslaştım. Etrafımdaki büyüklerim bir anda rahmete kavuştular ama cennette bekliyorlar beni. Karacaahmet’tedir bizim mezarlığımız, babam Karabük’ten gelince yaptığı ilk şey mezarlık almak olmuş.

7 tane aile, sanayiye girelim diyerek 1969’da bir araya geldik. 1975’te üretime geçebildik çünkü bize döviz tahsisi geç yaptılar. Kuroğulları, Teverler, Daloğlu, Balıkçıoğlu, Temel, Kahramanlar, biri gelmedi aklıma. Bu ailelerin içinde tabii kardeşler var. 60’ı geçen hisse var. Öyle bir araya gelmişiz ki… Müthiş bir tüketim vardı ama arz olmuyordu. 1975’te ilk plakayı çıkardık. Ağabeyim idare meclisindeydi, ben de girdim. Fabrikanın genel koordinatörü oldum. Bir numara Salih Zeki Tever’di. Arı gibi zekidir, hafızdır da. Müthiş bir akım, daha büyük bir fabrika haline gelebilirdik ama ülkemizde ortaklık öyle yaygın bir hadise değildir. Dereyi geçen “kendime” der. Sonra bizden ayrıldı Zeki Tever. Çerkezköy’de sunta işine devam etti. Biz de beride aynı ortaklık büyüyelim dedik. 1985’de boru, 1995’de iplik. Tever Sanayi, Borutaş Boru Sanayi, Birteks İplik Sanayi. Bu üç tesissin icra kurulu başkanı benim.
1975’de biz kurulurken, 6 fabrikaydık.  Kartal Sunta, Kastamonu Yongapan, Yonsan İzmir, Orma da Şevket Demirel’in. Şevket Demirel’e Süleyman Demirel Avrupa Sinai Kalkınma Bankası’ndan döviz kredisi buldu, biz bulamadık. Pelit Ağaç, kontraplak yapar, onun tarihi eskidir. Birde Modern Tahta vardı, Sait Nacar eskiydi bu ikisi. Karısı ölünce yaş günü için uçakla bilmem nereye muhteşem bina, bunlar yanlıştı, israf yanlışı. Sanayici çok hesaplı, sıkı olması lazım. Sanayi para kazandırmaz, kazandığını çekmeyeceksin oradan, o kadar işçiyi çalıştırmaktan haz duyacaksın.
1973 seçimlerinde Rize’den aday olmam istendi. Rize il idare heyeti ortak bir mektup gönderdi. İl Başkanı Nevzat Demir. İdare heyeti de imzaladı. 18 kişi miydi neydi? Babam “müsaade etmiyorum, olamazsın” dedi. Sudi Saruhan eve geldi. Onunla hukukumuz var ya. Babama dedi ki; “Bak ben İstanbul il başkanıyım, İsmail de Rize’den aday olsun” kabul ettiremedi. Sudi Saruhan Rize’den aday oldu, o sene seçildi, ben babamın rızası olmadığı için İkizdere’de kaldım, 4 sene. Geldi sıra 1977 seçimlerine, ben Milli Nizam Partisi’nin 50 kişilik kurucularından biriyim. Milli Nizam Partisi’nin gövdesi, bizim Talebe Birliği çalışmalarına dayanıyor. Organizasyon meselesi bu. Bu yüzden ben Milli Nizam Partisi’nin kurucularındandım.  Hoca, bana dedi ki “kurucu olacaksın”. “Hocam, babam bana müsaade etmiyor çalışmalara katılmak için geldim” dedim. “Ben müsaade alırım, olacaksın” dedi.
Ben 15 kişinin içindeyim. Biz Hasan Tahsin’in yazıhanesindeyiz. Dediler ki, “Hasan Bey, İsmail Bey geçin içeri. İçişleri Bakanlığı’nın dilekçesini hazırlayın. Parti dilekçesi vereceğiz”. “Milli Nizam Partisi’nin kurucularıyız, gerekli işlemlerin yapılmasını arz ederiz.”
Yaşım tutmuyor; hemen Hoca’ya döndüm; ”Hocam ben size başka bir hukukçu vereceğim: İsmail Müftüoğlu, Adapazarı’ndan bağımsız adaylığını koydu, benim fakülte arkadaşım. Ona kefilim” dedim. İsmail, bunu 3 sene önce öğrendi. Ben böylece kurucular listesine girmedim, giremezdim. O 50 kişinin içerisinden 3 kişi bastırdı, 15 kişi 18 kişiye çıktı. Birisi Rıfat Boynukalın Konyalı. Fatih Çaroğlu. Dilekçeyi hazırladık ve İçişleri Bakanlığı’na verdik. Milli Nizam’ın kurucusuyum, Milli Selamet’in adayıyım, Refah Partisi milletvekiliyim. 1977 seçiminde 1973’teki 48 vekilimizden 24 tanesi ayrıldı. Bu Risale-i Nur ekibinin ayrılmasıydı. Erbakan’a karşı koydular ve her akşam 2 kişi istifa etti.
Sonuçlar geldi, Rize’den 2 tane Halk Partisi, 2 tane Adalet Partisi vekil çıkardı. Bize 2000 oy lazımdı, olmadı, kazanamadık. Milletvekili seçilemedik, seçilemeyince 1980 darbesinde cezaevlerinde misafir edilmemiş olduk, işe bak! Seçilseydik Konya mitingini, oturmayı yaptırtmazdık. Çünkü o bir provokasyondur, provokasyonu teşhis edeceksin. Edersen neticeye gidersin,  ısmarlama faaliyet olmaz.
Ben Rize’ye gittiğimde Rize ilinin haritasını istedim. Köyler arasındaki mesafeyi istedim. Gençlik kolları yok, 20’şer kişilik gençlik kolları kurduk. Başlarına da İmam Hatip hocalarını koyduk. Her ekibe isim verdik: Kanuni ekibi, Yavuz Sultan ekibi, Fatih ekibi gibi. 5 tane gazete çıkardık, seçime yönelik. Her hafta yayınlanacaktı, çoğu vilayetler böyle bir şey yapmadı. Ankara’ya gidip yaptığımız çalışmaları anlattım, neden 48 vekilden 24’e düştüğümüzü söyledim. Çay denize dökülüyordu, taahhüt verdim,  seçimden sonra gelin bana hesap sorun diye. Bizim çalışmalarımız Şevki Yılmaz’ın seçilmesinde önemliydi. Çok tatlı bir teşkilatlanma çalışması olmuştu.
Tuncay Mataracı aday olamıyordu, büyük baskı kurdu Demirel üzerinde. Çamlıhemşin’e gittim. Belediye başkanı Hayri Bey bana “İsmail Bey, iki dozer, iki kamyon getir buraya, Çamlıhemşin’in bütün reyi senin” dedi. Ben de “Bak Hayri Bey, ben bütün Rize’yi yola boğacağım” dedim. “Seçimlere 20 gün kala dozeri kamyonu ne yapacaksın, yol bitmez, milleti mi kandıracağız? Mataracı vereceğim demiş, veriyorsa versin, vebali size” diye ekledim. Bu Hayri Bey’in o kadar hoşuna gitmiş ki her gittiği yerde anlatmış. Daha sonra bakan oldum geldi, vekil oldum geldi. Fabrika açılacaktı, Rize havalimanı yapılacaktı, o günlerde çok uçuk kaçık gözüküyordu, şimdi anladı herkes Hoca’nın projelerini. Bütün liderler geldi. Erbakan Hoca, Korkut Özal, Osman Çataklı birlikte geldiler,  bizim ev karargâhtı, bizde kaldılar. Osman Çataklı, Ordu adayıydı. Bizim Rize’deki lokomotifimiz Eyüp Kalkavan. Gerçek bir vakıf insanıydı. Nevzat Demir il başkanıydı, tamam ama yönetici oydu. Bambaşka bir ruhtu ama Ankara’daki istifalar ve gazete yayınları çok tesir etti, komünistlerin affı konuşuluyordu. Demirel kimse bana komünistleri affettin diyemez dedi, Naci “derim” dedi. Onlar çok vaatlerde bulundular, bizimki vaat değil ülke kalkınmasıydı. Halk Partisi 2. vekilini de çıkardı, biz gerisin geriye geldik, nasip değilmiş demek.
Merkez çok önemli, bütün yönlendirmeler oradan oluyor. Nurcuları hoca listeye koymadığı için istifa ettiler. Erbakan Hoca anlaşmış Halk Partisi’yle, hem 163 hem 141, 142 af olsun diye. Bir kısmı biz komünistleri affedemeyiz dedi, bir kısım affı kabul etti. Oylamada 22=22, 24=24 katılıma göre eşit çıktı. Mecliste aleyhte oy kullandılar. 163 geçti, 141 142 geçmedi. Halk Partisi sözünde durdu. Anayasa Mahkemesi’ne gitti, 141, 142 de affa uğradı. Bu yüzden Demirel “kimse bana komünistleri affettin” diyemez dedi.
Rize’de her cemaatin bir lideri var. Merkezden aldıkları talimatlara bakar. Süleyman Efendi cemaati son güne kadar beni destekleyeceklerini söylüyorlardı, son gün merkezden talimat gelmiş, “oylar beyaz ata” diye. Merkez İstanbul’dur. Ticaretin de siyasetin de merkezi… Büyük cemaatlerin illerdeki sorumluları merkeze göre hareket eder.
1977 seçimlerinden 2 sene sonra senato seçimleri vardı, ben Rize’ye gittim. Halkla ilişkimi hiç kesmedim, İstanbul’dan seçildiğim zaman bile Rize’den seçilmiş gibi davrandım. Maliye Bakanlığı 50 bin lira verdi bize. O parayı hemen İkizdere Kaymakamlığı’na yolladım, anamın çaya düştüğü yere bir köprü yapılsın diye. Köprü 6 bin lira tuttu. “Geri kalan bütün parayı köylere dağıtın” dedim. Karadeniz’de 11 vilayete kültür merkezi yaptım. Kültür Bakanlığı’nın ne kadar birimi varsa Rize’ye kurdum, opera bale hariç. 3 profesör 2 akademisyen yolladım, oradaki tekstil ürünlerinin kalitesini incelesinler diye. Kendi memleketine bakacaksın, herkesin kendi memleketine bakmasıyla toptan memleket kalkınır. Orda ben ne çektiğimi biliyorum, tanıyorum. Ben Kadıköylü değilim, Tulumpınar köyündenim.
Hoca çok harika bir başbakandı, çok hamleciydi. Çok çalışkandı, malumat-ı diniyesi fevkalâde müthişti. Dedim “Hocam Karadeniz’e bir bakan daha vermeliyiz”.  Halk Partisi’yle koalisyondayız. Hangi bakanlık bize kaldı bilmiyorum. Hoca bir, Şevket Kazan iki, Necati Çelik üç, ben dört. Anavatan’la diyalogları biz sağlıyorduk. Mesut Yılmaz da 4 kişi. Tansu Çiller de 4 kişi. 3 bakanlık olmadı. Oğuzhan Asiltürk, Ahmet Tekdal, Rıza Ulucak olamadılar. Hoca’ya dedim, “Hocam Karadeniz’e bakan lazım”, “Sen varsın ya” dedi. “Hocam dedim ben İstanbul vekiliyim, Sinop Artvin hariç her yerle ilgileniyorum”. “Söyle nereli olsun?” dedi. “Trabzon” dedim, olmaz, “Giresun” dedim, olmaz, Samsun’dan “Ahmet Demircan”ı söyleyince; “bak o olur” dedi. “Hocam Konya’ya da bakan lazım” dedim, “ben varım ya” dedi. “Hocam siz o kadar ilgilenemezsiniz” dedim, “kim olsun” dedi. “Teoman Rıza Güneri” dedim, “tamam o olur” dedi. Ne Ahmet ne Teoman biliyorlardı, ben sağladım bakanlıklarını. Hoca istişareye ehemmiyet veren bir adamdı. Hoca vasıfları çok üstün bir adamdı, Allah ondan razı olsun.
29 Mayıs 1985 de Birlik Vakfı’nı kurduk. 40 kişilik kurucu kadrosu vardı. Liste çok kabarık kimse kırılmasın, bir de manevi değeri var diye “40” dedik. Çoğu kişi bu yüzden kırılmamıştır. Üniversiteden yeni dönem eski dönem birçok kişi vardı. Talebe Birliği daha sonra Gönüllü Teşekküller Vakfı’nı kurdu. 103 derneğin bir araya gelmesiyle oluşan bir vakıftı. Toplamda 620 tane dernek bir araya gelmiştir. Vakfın içerisinde 6 parti 8 cemaat vardı.  Vakfı doğrudan kuran Birlik Vakfı’dır. Tarih 22 Aralık. 22 Aralık günlerin uzamaya başladığı gündür. Kelimelerin tarihlerin çok büyük bir önemi vardır, kültürü taşırlar. Sonra bu vakıf, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’ni kurdu. 36 tane İslam ülkesi bir araya geldi. “Herkes” dedi “genel sekreterlik sizde”. Siyasetten ayrıldığımda niye ayrıldığımı sordular, “Sivil halkın organizesi mühim, o sahada çalışacağım” dedim. Osman Çataklı falan yine geldi vekillik için,  2. Bölgeden İstanbul vekili seçildik.

1999’da Fazilet Partisi’nden yine seçildim. İsmail Köse arkadaşım, “Beraber bir hükümet kurar mıyız?” dedi.  Hoca’ya sorduk, Hocam “Tansu Hanım’la hükümet kurulur mu?” dedik, o da “olur” dedi. Böylelikle ilk  çöpçatanlığımızı yaptık. İki İsmail kurduk. Evvelinde Tansu Hanım “sizi Refah belasından ben kurtaracağım” gibi  çok kötü laflar etmişti. O husumet aşılabilir miydi? Hocanın 9 tane soruşturma önergesi vardı Tansu Hanım’la  ilgili. Tansu Hanım’ın yüce divana sevki sözkonusuydu. O tıkanıklık İsmail Köse kanalıyla açıldı. Doğru Yol, o  zaman tanıdı Erbakan’ın kim olduğunu, Refah Partisi o zaman tanındı, çok güzel bir hükümet oldu. Demirel 42  vekili istifa ettirdi, hükümet düştü, düşmeseydi şimdi çok bambaşka bir yerde olacaktık. Şimdi bu noktadayız,  Allah razı olsun Tayyip Bey’den. Fazilet Partisi kurulurken “Hocam Adalet ve Kalkınma Partisi” diyelim dedim,  “yok” dedi. Hoca kafiyecidir. Hoca’ya kabul ettiremedim ama Tayyip Bey kabul etti. Benim amblemim teraziydi.  Dediler ki o terazi eskidendi. Şimdiki amblem Tayyip Bey’e aittir.
Fazilet Partisi’nde yenilikçiler ve gelenekçiler diye iki görüş çıktı. Biz Abdullah Bey’i aday çıkardık. Tayyip Erdoğan,  Bülent Arınç deseydi Bülent Bey çıkacaktı. Tayyip Bey de Abdullah Bey’i istiyordu. Tayyip Bey’in farklı bir havası  vardı. Abdullah Bey iyi de oy aldı. Elimizden geleni yapmıştık. Bundan sonra yeni bir parti yolu gözükmüştü.  Türkiye, “Tayyip Erdoğan” diyordu. Ak Parti’nin tek bir kurucusu vardır. Diğer kurucular bir araya gelse Tayyip  Bey’siz olmazdı. Muvaffakiyet Tayyip Bey’in şahsındadır.
Ben partiye, aktif politikanın huzursuzluk verdiğini gördüğüm için girmedim. Vatandaş o niye böyle, bu niye  böyle diyor, siz de hak veriyorsunuz, bu sefer biz sizi niye seçtik diyor. Oysa anayasanın iç tüzüğü size hak t  tanımıyor. Grup başkan vekili “el kaldırın” diyor, kaldırıyorsunuz. En sonunda gidip soruyorsunuz, “niye kaldırdık”  diye, o da bilmiyor, “öyle dediler” diyor. Türkiye’deki sistem demokratik parlamenter sistem değil. O yüzden        başkanlık sistemine geçilmesi lazım.

Turgut Bey, 1977’de adayken o da İzmir’de liste başıydı. Turgut Bey’in Balmumcu’da müstakil bir evi vardı, bir akşam yemeğe gittik; Osman Çataklı, Rıfat Tandoğan, Mazhar Özmen ve ben 4 kişiydik. Semra Hanım’dı yemekleri yapan. O akşam çok bastırdı Osman Bey, “Hoca’nın vekili olarak geldim” dedi. Talebe Birliği Başkanlığı’m zamanında bir hukukumuz oluştu ama tam mânasıyla değildi. O dönemde çok aktifti. Başbakanlık müsteşarlığı, Devlet Planlama müsteşarlığı teşkilatı gibi görevlerde bulundu. Korkut Bey’leydi hukukum. Turgut bey iyi niyetliydi. İskender Paşa cemaatine bağlıydı, inanmış bir adamdı. Onun bahtsızlığı da hanımıydı. Semra Hanım’ı hiç sevmedi, sevimli değildi zaten. Ayrı dünyaların insanıydılar. Siyasette bir hukukumuz olamadı, İzmir’den o, Rize’den ben seçilemedim, seçilseydik Meclis’te beraber olacaktık.