Hikmet GÜLAY

Hikmet GÜLAY - 11958 yılında dünyaya geldim. Ben doğmadan bir yıl önce babamlar Çamlıhemşin’den İstanbul’a göç etmişler. ( Hikmet GÜLAY ) Bu şehirde doğdum ve bu şehirde büyüdüm. Ama bende memleket aşkı hiç bitmedi. Uzun yıllar memlekete gidemedim, çünkü o yıllarda fakirlik çok vardı.

Telsiz İlkokulu, Mensucat Santral Ortaokulu, Zeytinburnu İhsan Mermerci Lisesi’nden sonra girdiğim İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1981 yılında mezun oldum.

Yedek subaylık hizmetini Ankara Askerlik Daire Başkanlığında, hâkimlik stajını ise İstanbul Adliyesi’nde yaptım. Tuzluca, Reşadiye ve Tavas ilçelerinde Cumhuriyet Savcılığı görevimi yaptıktan sonra Muş Cumhuriyet Başsavcılığı, Giresun Cumhuriyet Başsavcılığı, Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı, Eyüp Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği, Kartal Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği görevlerinde bulundum. Şimdi ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı olarak görevimi sürdürmekteyim.

Küçükken, büyüdüğümde sanatçı olmak istiyordum. Bir müzisyen, ressam ve yazar olmak gibi birçok şey vardı aklımda. Bunların yanında hukukçu da olmak istiyordum. Allah nasip etti, hukukçu olduk ve bunun yanında ise şair olmanın mutluluğu var.

Cumhuriyet savcılığı farklıdır. Vatandaşa soğuk gelen ve çekinmelerine sebep olan bir yönü var. Ben edebiyat ve sanatla ilgilendiğim için, insanların ruh haline göre bir davranış tarzım var. İçeri giren insanın suçlu mu, suçsuz mu olduğunu hissediyorsunuz. Merhametle yaklaştığınız her insan muhakkak size yumuşak bir dönüş yapıyor. Devletten sert bir yüz beklerken, böyle yüz ile karşılaşan insan da mutlu oluyor. Şu dönüşleri çok aldım, “Sizin farklı bir yönünüz var, biz sizin yanınızda rahatlıyoruz.”. Odamda kitaplarımı da görünce “Neden farklı bir savcı ile karşılaştığımızı daha iyi anlıyoruz.” diyorlar. Ama bunun yanında yüz kızartıcı bir suç işleyen kişi karşısında tavrımız değişik oluyor tabi…

Savcılık mesleğini çok seviyorum. Herkes sevdiği mesleği yapmalıdır bence. Sevdiğiniz mesleği keyifle, zevkle ve doğru yaparsınız. Bu mesleğin gerektirdiği bir takım şeyler vardır ve bunlar doğrultusunda davranmak zorundasınız. Asıl olan; bir suç işlendiğinde, o suçu doğru nitelendirmek, doğru kişileri ele geçirmek ve doğru kişiler hakkında cezalandırmak yoluna gitmektir. Suç ayrımını iyi yapmak, neyin suç olup olmadığını iyi tefrik etmek lazım! Bunu vatandaş bilemeyebilir, ama bizim bunu iyi ayırt etmemiz lazım. Düşünce bir suç mudur? Düşünce suç değildir. Ne zaman suç oluşur? Düşünce bir eyleme dönüştüğünde, birine zarar verdiğinde veya toplumu huzursuz ettiğinde suçtur. İnsan bir şeyi düşünüyor ve arkadaşıyla paylaşıyor, o bizi alakadar eden bir şey değildir.

Sanat, “Ben sanat yapayım.” diyerek yapılmaz. Yapan var mı? Var tabi… Bir insan “Resim yapacağım.” der, çok kabiliyeti yoktur ama çok çalışarak resim yapabilir. Ama hiçbir zaman doğuştan resim yeteneği olan birisi kadar iyi resim yapamaz. Şiir de öyledir; uğraşırsınız bir şeyler yazarsınız belki arasından bir tanesi çıkabilir. Ama hepsi şiir lezzetini vermez. Şiir aslında yazılmaz, kendini yazdırır. Bazen arkadaşlarım, dostlarım bana derki; “Savcım burası romantik ve güzel bir yer, burada herhalde bir şiir yazarsınız!”. Ama o anda aklıma bir şey gelmez. Hiç alakasız bir yerde, bir zamanda veya gece uyanır şiir yazarım. Bazen film seyrederken bir sahneden etkilenirim ve o an şiir yazmaya başlarım. Kendiliğinden gelip yazılan şiirin ruhuna, planlı yazılan şiir erişemez.